(bkz: resimli ansiklopedik engin ardıç sözlüğü)
taşkın su’nun hazırladığı, güzeldünya yayınları’ndan çıkan kitap. engin ardıç’ın kaleminden yorumlar, resimlerle birlikte sunuluyor.
kitaptan bazı yorumlar:
babıali
puşt tarlası. (haklısın mustafa, star, 19.09.2002)
çok eğlenceli bir kasaba panayırı. (ben kötü bir gazeteci ve yazarım abi, star, 08.01.2004)
ismet inönü
anlı şahlı diktatörümüz milli şef. (inönü demokrasiye falan geçmedi ki! akşam, 05.12.2006)
çok partili sisteme geçen ama demokrasiye geçemeyen milli şef (düşmanlarla sohbet, akşam, 19.12.2007)
süleyman demirel
gitmeyip ‘kendini askerlere götürmeyi’ başarmış (…) mazlum demokrasi kahramanı büyük devlet adamı… (bırakacaklarını hiç sanmıyorum, star, 07.11.2002)
zafer mutlu
bizi (akşam) ‘küçük gazete’ diye küçümseyen ama kendi gazetesi (vatan) bizden az satan bir şaşkın. (çıkarma yanarsın!, akşam, 07.12.2006)
...
kitaptan bazı yorumlar:
babıali
puşt tarlası. (haklısın mustafa, star, 19.09.2002)
çok eğlenceli bir kasaba panayırı. (ben kötü bir gazeteci ve yazarım abi, star, 08.01.2004)
ismet inönü
anlı şahlı diktatörümüz milli şef. (inönü demokrasiye falan geçmedi ki! akşam, 05.12.2006)
çok partili sisteme geçen ama demokrasiye geçemeyen milli şef (düşmanlarla sohbet, akşam, 19.12.2007)
süleyman demirel
gitmeyip ‘kendini askerlere götürmeyi’ başarmış (…) mazlum demokrasi kahramanı büyük devlet adamı… (bırakacaklarını hiç sanmıyorum, star, 07.11.2002)
zafer mutlu
bizi (akşam) ‘küçük gazete’ diye küçümseyen ama kendi gazetesi (vatan) bizden az satan bir şaşkın. (çıkarma yanarsın!, akşam, 07.12.2006)
...
tek başına girdiği seçimlerde pek başarılı siyasetçidir. bakmayın o kadar eleştirilmesine, sadece yanlış zamanda dünyaya gelmiş garibim. tek parti zamanı olacaktı, seçim nasıl kazanılıyormuş görürdünüz.
(bkz: 27 nisan 2008 chp kurultayı)
(bkz: 27 nisan 2008 chp kurultayı)
agop dilaçar martanyan (1895-1979) büyük türkiye ansiklopedisi başredaktörü. türk dil kurumu üyesi. yozgat ayanı çobanoğullarının kahyası ohan aslanoğlu’nun torununun oğludur. robert koleji’ni bitirdi.
"türkiye’de dil devrimi yapılınca, sofya’da bulunan martanyan, atatürk tarafından yurda davet edilir. ancak, agop’un yurda girmesini önleyecek pek çok pürüz vardır. çünkü, agop daha önce türkiye’de yaşamaktadır ve vatandaşlıktan çıkarılmıştır. atatürk, bütün bu pürüzlere rağmen agop’u yurda getirtmekte ısrar eder. vatandaşlıktan çıkarıldığı için gittiği ülkeden de pasaport alamamıştır. sonunda sofya konsolosluğu, agop’un elindeki ’vatansız’ belgesine vize damgası atar ve her ihtimale karşı da eline, "gerekli kolaylık gösterilsin. atatürk’ün özel davetlisidir" diye bir mektup verir. bu şekilde yurda gelen agop’un soy ismi de atatürk tarafından değiştirilerek ‘dilaçar’ soyadı verilir. agop martayan dilaçar, 1979’da ölene kadar tdk’nın ‘genel yazmanı’ olarak vazife yapar.
suriye’de osmanlı ordusunda yedeksubay olarak görev yapan martayan, osmanlı türkleri’nin esirlere iyi davranmadığını iddia ediyor. atatürk’le nasıl karşılaştığını ise şöyle anlatıyor; "1. dünya savaşı başladığında 19 yaşındaydım ve askere çağrıldım. önce kafkas cephesine gönderdiler, ancak biz ermeni askerlere güvensizlikten beni suriye cephesine gönderdiler. kısa süre sonra, 1915 nisan’ında ’büyük tehcir’ başladığında bu yer değiştirmelerin nedeni anlaşılır oldu. hepimiz şaşkındık ve sarsılmıştık. orada esir ingiliz subayların karşılaştığı zorluk ve eziyetlere tanık oldum. bu subaylar ingilizce bildiğimi öğrendiklerinde esirlere böyle davranılmaması için aracılık etmemi rica ettiler. bu ricalarını yerine getirmek isterken türkler beni vatan haini ilan edip zincire vurdular ve komutana götürdüler. bu koşullar içinde artık kurtuluşum olmadığına kanaat getirmiştim. bu nedenle de beni bekleyen tehlikeyi cesurca karşılamaya karar verdim. beni baştan aşağı süzen komutan kararını vermek üzere iken tüm cesaretimi toplayıp böyle barbarlıkla, eziyet ve işkence yoluyla türkiye’nin medeni bir ülke olamayacağını, gerçek, ileri ülkelerde hiç de böyle davranılmadığını, bunun sultanlık yönetimini amaçlayan yöneticilere has bir davranış olduğunu söyledim. herkes şaşkınlıkla ne yapacağını beklerken, kumandan sözlerimi dikkatle dinledikten sonra beni getirenlere ellerimi çözüp odadan gitmelerini emredip, oturmamı söyledi. merakla sonucu bekliyordum. komutan çay ikram ederek demokratik sistem konusunda konuşmamı istedi. beni merakla dinlemesi şaşırmama neden olmuştu, zira o dönemde türk ordusunda onun benzerleri nadirdi. uzun süren sohbetimiz sonunda sık sık kendisini ziyaret etmem için gereken emri verdi ve elimi sıkarken dost olmamızı istediğini söyledi. bana bir oyun oynandığından kuşkuluydum, ancak böyle olmadı. daha sonra bu meraklı ve sorgulayan komutanın mustafa kemal paşa olduğunu öğrendim."
agop dilaçar’ın, ‘türk diline genel bir bakış’ adlı eseri türk dil kurumu yayınlarınca 1964, ‘dil diller ve dilcilik’ adlı kitabı ise 1968’de yayımlandı. azeri türkçesi (1950), batı türkçesi (1953) agop mikaelyan, bir yazısında türkiye’de agop martayan dilaçar’ın yeterli ilgiyi görmeyişinden şöyle yakınıyor; “türk dili konusunda binlerce makale, araştırma yayımladı. türk dili aşığı, yüce önderin dil başuzmanı bu büyük insan 1979’da hayata gözlerini kapattığında, o zaman tek radyo olan trt, saat 13 haberlerinde; ‘türk dili başuzmanı a. dilaçar öldü’ diye bir iki kısa cümle olarak geçiştirmekle kalmayıp adı yokmuş gibi agop ismini a harfi ile geçiştirmişti. yıllar yılı türk diline katkısını bir yana bırakın, hiç olmazsa yüce önderin baş uzmanı diye adını söyleme nezaketini gösterseydiniz. a. dilaçar yerine agop dilaçar deseydiniz doğruyu söyleseydiniz türkiye mi batardı? yüce önder öldükten sonra bu zihniyetlerin köşe başlarını tutma gayretleri sonucu, bugünkü istenmeyen gelişmelerle karşı karşıya kaldık. insanların kökenleri, dinleri ne olursa olsun yeter ki ülkesine, insanlarına yararlı olsun. medeni ülkeler bu konuları çoktan aşmışken bizim bazı aklıevvellerimiz basit şeyleri uğraş edinip ülkemizin bocalayıp durmasında önemli rol oynamaktadırlar. yüce önder gibi basiretli; ileri görüşlü, medeni devlet adamlarına öylesine gereksinmemiz var ki; keşke 10-15 yıl daha yaşasaydı. tanrı, yüce önderi de baş uzmanını da nurlar içinde yatırsın. cumhuriyet’e omuz veren bu büyük insanları rahmet ve hasretle anıyorum.”
"türkiye’de dil devrimi yapılınca, sofya’da bulunan martanyan, atatürk tarafından yurda davet edilir. ancak, agop’un yurda girmesini önleyecek pek çok pürüz vardır. çünkü, agop daha önce türkiye’de yaşamaktadır ve vatandaşlıktan çıkarılmıştır. atatürk, bütün bu pürüzlere rağmen agop’u yurda getirtmekte ısrar eder. vatandaşlıktan çıkarıldığı için gittiği ülkeden de pasaport alamamıştır. sonunda sofya konsolosluğu, agop’un elindeki ’vatansız’ belgesine vize damgası atar ve her ihtimale karşı da eline, "gerekli kolaylık gösterilsin. atatürk’ün özel davetlisidir" diye bir mektup verir. bu şekilde yurda gelen agop’un soy ismi de atatürk tarafından değiştirilerek ‘dilaçar’ soyadı verilir. agop martayan dilaçar, 1979’da ölene kadar tdk’nın ‘genel yazmanı’ olarak vazife yapar.
suriye’de osmanlı ordusunda yedeksubay olarak görev yapan martayan, osmanlı türkleri’nin esirlere iyi davranmadığını iddia ediyor. atatürk’le nasıl karşılaştığını ise şöyle anlatıyor; "1. dünya savaşı başladığında 19 yaşındaydım ve askere çağrıldım. önce kafkas cephesine gönderdiler, ancak biz ermeni askerlere güvensizlikten beni suriye cephesine gönderdiler. kısa süre sonra, 1915 nisan’ında ’büyük tehcir’ başladığında bu yer değiştirmelerin nedeni anlaşılır oldu. hepimiz şaşkındık ve sarsılmıştık. orada esir ingiliz subayların karşılaştığı zorluk ve eziyetlere tanık oldum. bu subaylar ingilizce bildiğimi öğrendiklerinde esirlere böyle davranılmaması için aracılık etmemi rica ettiler. bu ricalarını yerine getirmek isterken türkler beni vatan haini ilan edip zincire vurdular ve komutana götürdüler. bu koşullar içinde artık kurtuluşum olmadığına kanaat getirmiştim. bu nedenle de beni bekleyen tehlikeyi cesurca karşılamaya karar verdim. beni baştan aşağı süzen komutan kararını vermek üzere iken tüm cesaretimi toplayıp böyle barbarlıkla, eziyet ve işkence yoluyla türkiye’nin medeni bir ülke olamayacağını, gerçek, ileri ülkelerde hiç de böyle davranılmadığını, bunun sultanlık yönetimini amaçlayan yöneticilere has bir davranış olduğunu söyledim. herkes şaşkınlıkla ne yapacağını beklerken, kumandan sözlerimi dikkatle dinledikten sonra beni getirenlere ellerimi çözüp odadan gitmelerini emredip, oturmamı söyledi. merakla sonucu bekliyordum. komutan çay ikram ederek demokratik sistem konusunda konuşmamı istedi. beni merakla dinlemesi şaşırmama neden olmuştu, zira o dönemde türk ordusunda onun benzerleri nadirdi. uzun süren sohbetimiz sonunda sık sık kendisini ziyaret etmem için gereken emri verdi ve elimi sıkarken dost olmamızı istediğini söyledi. bana bir oyun oynandığından kuşkuluydum, ancak böyle olmadı. daha sonra bu meraklı ve sorgulayan komutanın mustafa kemal paşa olduğunu öğrendim."
agop dilaçar’ın, ‘türk diline genel bir bakış’ adlı eseri türk dil kurumu yayınlarınca 1964, ‘dil diller ve dilcilik’ adlı kitabı ise 1968’de yayımlandı. azeri türkçesi (1950), batı türkçesi (1953) agop mikaelyan, bir yazısında türkiye’de agop martayan dilaçar’ın yeterli ilgiyi görmeyişinden şöyle yakınıyor; “türk dili konusunda binlerce makale, araştırma yayımladı. türk dili aşığı, yüce önderin dil başuzmanı bu büyük insan 1979’da hayata gözlerini kapattığında, o zaman tek radyo olan trt, saat 13 haberlerinde; ‘türk dili başuzmanı a. dilaçar öldü’ diye bir iki kısa cümle olarak geçiştirmekle kalmayıp adı yokmuş gibi agop ismini a harfi ile geçiştirmişti. yıllar yılı türk diline katkısını bir yana bırakın, hiç olmazsa yüce önderin baş uzmanı diye adını söyleme nezaketini gösterseydiniz. a. dilaçar yerine agop dilaçar deseydiniz doğruyu söyleseydiniz türkiye mi batardı? yüce önder öldükten sonra bu zihniyetlerin köşe başlarını tutma gayretleri sonucu, bugünkü istenmeyen gelişmelerle karşı karşıya kaldık. insanların kökenleri, dinleri ne olursa olsun yeter ki ülkesine, insanlarına yararlı olsun. medeni ülkeler bu konuları çoktan aşmışken bizim bazı aklıevvellerimiz basit şeyleri uğraş edinip ülkemizin bocalayıp durmasında önemli rol oynamaktadırlar. yüce önder gibi basiretli; ileri görüşlü, medeni devlet adamlarına öylesine gereksinmemiz var ki; keşke 10-15 yıl daha yaşasaydı. tanrı, yüce önderi de baş uzmanını da nurlar içinde yatırsın. cumhuriyet’e omuz veren bu büyük insanları rahmet ve hasretle anıyorum.”
şu meşhur k atatürk imzasını atatürk’e öneren, türk dil kurumu’nda atatürk’ün isteğiyle uzun süre çalışan; atatürk’ün, dilaçar soyadını verdiği agop. agop dilaçar. bir ermeni.
akciğer parankimi, plevra, diyafram kası, solunuma yardımcı kaslar, göğüs kafesi yapılarından oluşan soluk alıp vermemizle havadaki oksijenin akciğerlerdeki arterlerle kana geçmesini sağlayan organlar sistemidir.
burun ve paranazal sinüsler, gırtlak (trakea), soluk borusu (nefes borusu, larinks), bronşlar, bronşiyollerden oluşan organlar sistemidir.
yıllarca, ne demek üst solunum yolları; alt solunum yolları da mı var? dedirtmiştir. varmış:
(bkz: alt solunum yolları)
yıllarca, ne demek üst solunum yolları; alt solunum yolları da mı var? dedirtmiştir. varmış:
(bkz: alt solunum yolları)
amca, kuzen ve bir misafirleriyle evde oturmaktayken; kuzene, büyüyünce ne olacaksın diye sordu misafir amca. ona fırsat bırakmadan namussuz olacak diye atladım.
efendim yasemin yalçın’ın o sıralar kanal d’de yayınlanan yasemince adlı programında, bir alican karakteri vardı. işte bu alican’a birgün öğretmeni, büyüyünce ne olacaksın diye soruyor, alican’da namussuz olcam cevabını veriyordu. apışan öğretmeni şoku atlattıktan sonra neden diye soruyor ve şu cevabı alıyordu: "babam gazete okurken; vay namussuz yat aldı, vay namussuz kat aldı, vay namussuz köşeyi döndü diyo. ben de namussuz olcam istediğim herşeyi alcam."
bu espriyi hep bir yerde kullanmak istemiştim. evet kullandım, ama amcam ve misafir amca dişlerini sıkıyorlardı gülmemek için. kuzen de bana ters ters bakıyor... tek gülen ben oldum. birşey duymamış gibi muhabbete devam ettiler.
efendim yasemin yalçın’ın o sıralar kanal d’de yayınlanan yasemince adlı programında, bir alican karakteri vardı. işte bu alican’a birgün öğretmeni, büyüyünce ne olacaksın diye soruyor, alican’da namussuz olcam cevabını veriyordu. apışan öğretmeni şoku atlattıktan sonra neden diye soruyor ve şu cevabı alıyordu: "babam gazete okurken; vay namussuz yat aldı, vay namussuz kat aldı, vay namussuz köşeyi döndü diyo. ben de namussuz olcam istediğim herşeyi alcam."
bu espriyi hep bir yerde kullanmak istemiştim. evet kullandım, ama amcam ve misafir amca dişlerini sıkıyorlardı gülmemek için. kuzen de bana ters ters bakıyor... tek gülen ben oldum. birşey duymamış gibi muhabbete devam ettiler.
ansiklopedi’yi heceleyerek söylerdim. ikinci hecesini daha bi vurgulu.
edit: o zaman tokat yerdik, şimdi berbat alıyoruz. belki ben değil ama memleket baya mesafe almış. keşke o zaman da, sana berbat oyu veriyorum deselerdi. ya şimdi tokat yeseydim. aman aman
edit: o zaman tokat yerdik, şimdi berbat alıyoruz. belki ben değil ama memleket baya mesafe almış. keşke o zaman da, sana berbat oyu veriyorum deselerdi. ya şimdi tokat yeseydim. aman aman
internetten önce mektuplar dolaşırdı etrafta. hadi şimdi e-mail adresi tüccarları, hackerlar, sahtekarlar var da onun için yapıyorlar. o neydi acaba...
fi tarihinde gs-juventus maçının olduğu gün, elinde juventus yazılı-amblemli çantayla dolaşan saf bir arkadaş vardı. sonradan farketti olayı, hızlı adımlarla ara yollara sapıp eve ulaştı. gündemi takip etmek lazım di mi ama.
tecavüz suçundan tutuklanmıştır.
http://www.sabah.com.tr/haber,fdaf38de56a74068ac7f5dd4d97445b5.html
(bkz: allah cezanı verecek)
http://www.sabah.com.tr/haber,fdaf38de56a74068ac7f5dd4d97445b5.html
(bkz: allah cezanı verecek)
akşam yayınlanacak bir filmin fragmanı verildiğinde ingilizce konuşan oyuncuları görünce: daha türkçeye çevirmemişler derdim. sonra saate bakar, acaba yetiştireceklermi, nasıl yetiştirecekler diye düşünürdüm. trt iyi çalışıyomuş o zamanlar demek ki, film söylendiği saatte hem de türkçe karşımızda olurdu.
(bkz: internet)
atası sayılan sistem, abdde askeri birlikleri birbirine bağlayan bir ağdı.
tüm dünyayı kapsayan bir genel ağa dönüşürken porno, küfür, hakaret, hırsızlık-dolandırıcılık, sahtekarlık... için kullanılacağı muhtemelen akla gelmemişti.
meyve bıçağının cinayet için kullanılacağı da birilerinin aklına gelmemiştir. ilk cinayetin bir taşla işlendiğini düşünürsek şaşırmamamız normal.
milyonlarca yıllık serüvenin sonuna yaklaşmışken, neyin normal olup neyin olmadığı konusunda bile bir uzlaşma yok.
atası sayılan sistem, abdde askeri birlikleri birbirine bağlayan bir ağdı.
tüm dünyayı kapsayan bir genel ağa dönüşürken porno, küfür, hakaret, hırsızlık-dolandırıcılık, sahtekarlık... için kullanılacağı muhtemelen akla gelmemişti.
meyve bıçağının cinayet için kullanılacağı da birilerinin aklına gelmemiştir. ilk cinayetin bir taşla işlendiğini düşünürsek şaşırmamamız normal.
milyonlarca yıllık serüvenin sonuna yaklaşmışken, neyin normal olup neyin olmadığı konusunda bile bir uzlaşma yok.
nicolas cagein hayal kırıklığı yaratan filmlerinden biri daha.
(bkz: lanetli ada)
(bkz: büyük hazine)
(bkz: dünya ticaret merkezi)
(bkz: savaş tanrısı)
(bkz: 8 mm)
(bkz: 60 saniye)
artık onun rol aldığı filmlere önyargıyla yaklaşıyoruz. ağzımız çok yandı. oysa bir yılan gözler, bir kaya (bkz: the rock)...
(bkz: lanetli ada)
(bkz: büyük hazine)
(bkz: dünya ticaret merkezi)
(bkz: savaş tanrısı)
(bkz: 8 mm)
(bkz: 60 saniye)
artık onun rol aldığı filmlere önyargıyla yaklaşıyoruz. ağzımız çok yandı. oysa bir yılan gözler, bir kaya (bkz: the rock)...
yalancılıkları, iftiracılıkları defalarca tescillenmiş bir grubun (ve zihniyetin) yeni bir iftirası olduğunu ummak istiyorum. değilse, kanun cezasını verecektir, allah da!
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?