confessions

orqn

- Yazar -

  1. toplam entry 6868
  2. takipçi 2
  3. puan 134648

zaman

orqn
" kolumdaki saatin tik takları kimi zaman büyük bir yanılsamaymış gibi gelir bana. aslında hiç ölçülemeyecek bir şeyi, zamanı ölçmeye kalkmak insanoğlunun mağrurluğundandır derim kendi kendime sonra. böyle düşünürüm çünkü zaman dediğimiz ve insanoğlu olarak aydınlanma çağından sonra pozitivist ve ilerlemeci bir çizgiye oturttuğumuz bu kavram aslında değişik şekillerde yorumlanmaya oldukça açıktır. zamanın ilerlemeci yorumunda ‘dün’ ders çıkarılması gereken bir şey iken, ‘bugün’ ise ‘yarına’ amade olması gereken bir andır sadece. işte bu yüzden kolumuzdaki saatler kadar mekaniktir hayatımız… ortaklaşa kurduğumuz bu düzlemde dün’ü ve orada kalan hatıralarımızı; bugünü ve yarını güvence altına alacak bir tecrübe yığını olarak görürüz ve bu tecrübeler dışında kalan bir sürü ayrıntıyı zihnimizin en derinlerine hapseder, onlara haksızlık ederiz. ‘bugün’, ya da ‘bu an’ ise zaten gözümüzü kırptığımız zaman dün olur uçar gider ve elimizde kala kala bizim için en önemlisi olduğuna inandığımız ‘yarın’ kalır, halbuki o da hiç gelmeyecektir. tıpkı yunan düşünür epikür’ün zamanı tek ve o an yaşanan bir olgu olarak ele alışı ve ‘’ben varsam ölüm yok ölüm varsa ben yokum’’ deyişindeki gibi, ya da küçük bir dükkanda gördüğümüz ‘’bugün veresiye yoktur!, yarın gel’’ levhasındaki yarın’ın aslında hiç gelmeyeceği, çünkü yarın da o dükkana gidip levhaya baktığımızda, yarın gel! komutu ile karşılaşacağımız gibi… "

burjuvazi

orqn
türkiye’ de enteresan işleyen sistemdir. tüm dünyada bu sınıf, ülke yönetimini direkt etkilerken; bizim memlekette ise ülke yönetimi bu sınıfı etkilemektedir.

normalde burjuvalar pek değişmez. güç hep belli bir sınıfın elinde kalır ve o sınıfın istekleri doğrultusunda yönetime gelecekler, yönetim şekli v.b. hususlar belirlenir. bizde ise hemen her hükümet değişikiği sonrası güç el değiştirdiği için, her seçim kendi burjuvalarını doğurur; fakat bu acemi burjuvalar güçlerini/paralarını yönetimdekilere borçlu olduklarından dolayı, onların yaptıkları hiçbir icraata ses edemezler. zengin ve pasif bir topluluk olarak kalırlar.

bilgiçlerin hikayeleri

orqn
üzerime mayonez döküldü. pantolonumun sağ üst bacağındaki mayonezi peçeteyle sıyırttırmaya çalışırken daha da bok ettim. masadakilere çaktırmadan, ani ve bir o kadar da usturuplu hareketlerle kafeteryanın hemen arka tarafındaki tuvalete doğru ilerledim. tuvalet kapısını açtım. hemen karşımda lavabolar ve onların üzerinde, gelenlerin kendilerine çeki düzen vermek için kullandıkları aynalar vardı. yaklaşık 5 saniye önce açtığım tuvalet kapısından - bir elim hala ardına kadar açık kapıyı tutuyordu - karşımdaki aynaya baktım. iki iyi giyimli adam az önce terk ettiğim masanın başına gelmiş, arkadaşlarıma bir şeyler soruyordu. geride iz bırakmış olmalıydım. adamlardan biri - ki bu sanırım daha önce elinden kurtulduklarımdan biriydi - sandalyemin hemen altına eğilip yeri dikkatle inceleyince, dökülen mayonezin sadece pantolonumla yetinmediğini anladım. masadaki iki arkadaşım, durumun ciddiyetinden bihaber olarak kendilerine sorulan soruları cevaplıyordu. adamlardan birinin kafasını tuvalete doğru çevirdiğini fark edip hemen kapıyı kapattım. beni görmüş olabilir miydi? görmediyse bile ne de olsa hiçbir şeyden haberi olmayan arkadaşlarım birkaç saniye içinde yerimi söyleyecekti. tuvaletin kapısı kilitlenmiyordu. hemen kabinlerden birine girip küçük tuvalet penceresinden dışarı attım kendimi. pencereden çıkmakta zorlanan sol bacağımı kurtarırken ayakkabım tuvaletin içine düştü. işimi zorlaştıracağı için diğerini de ben çıkartıp orada bıraktım. arkama bile bakmadan koştum. çok iyi bildiğim detroit sokaklarında beni yakalamalarının imkansız olduğunu düşündüm. ama yine de hemen bir hat bulup buradan kurtulmalıydım. aynı anda hem koşup hem de telefonla konuşamadığım için göl kenarındaki banklara oturup gemiyi aradım. telefon düşmedi. bir daha aradım, yine düşmedi. sanki bu anı daha önce yaşamıştım. yolunda gitmeyen bir şeyler olmalıydı. 9333’ ü arayınca kontörümün bittiğini öğrendim. hafif bir mutluluk geldi. ne de olsa gemiyle alakalı bir problem yoktu ve bir şekilde onlara ulaşacaktım. ayak seslerini duyuyorum! hemen oturduğum yerden kalkıp şehrin güneyindeki telefon kulübelerine doğru koştum. çok vakit kaybetmiştim. trinity’ nin sözünü dinleyip faturalıya geçseydim şu anda kamaramda huzur içinde uyuyor olacaktım. bana yaklaşmalarına izin vermemek için bütün gücümle koştum. nihayet telefon kulübelerinin olduğu meydana geldiğimde artık adım atacak gücüm kalmamıştı. üstelik adamlardan birini - bu daha önce görmediğimdi - çok uzaktan da olsa görebiliyordum. derin bir nefes alıp son 100 metreyi 9.45’ te koştum. kayıtlara geçmedi. son 100’ ün 6. saniyesinde telefon kartım olmadığını hatırladım. 7. saniyede geri dönmenin çok riskli olduğunu düşündüm. 8. saniyede kart olmadan telefon kulübesine girmenin mantıksız olacağına karar verdim. 9. saniyede " acaba girmesem mi? " derken 10. saniyede içerideydim. kendi eksenim etrafında 540 derece dönüp hemen gerisin geri dışarı çıktım. çıkarken pelerinim kapıya sıkıştı. eğilip düzeltirken taytım yırtıldı. " madem superman’ im, neden uçmuyorum? " dedim ve uçtum. 15 saat süren yolculuğun ardından istanbul semalarına ulaştım. kadıköy’ ün üzerinden geçerken stadyumun etrafındaki kalabalık dikkatimi çekti. biraz alçalıp tabelaya baktım. fenerbahçe, norveç’ i 1-0 yenmişti. biraz daha alçalıp migros’ un önündeki taraftarların yanına indim. irice bir ergene yanaşıp golü kimin attığını sordum. " kuyt attı abi. " dedi. " eyvallah genç. " dedikten sonra cebine 100$ sıkıştırıp uçarak oradan uzaklaştım. barbaros’ taki gazete binasına geldiğimde susuzluktan ölüyordum. üstelik jet lag fena çarpmıştı. güvenlikteki arkadaştan yırtık taytım için özür diledim. " ne demek abi, al benim pantolonu giy. " dedi. çıkardı verdi sağolsun. o da benim taytı giydi. ibne gibi oldu. dayanamadım pantolonun belindeki silahi çekip vurdum göt lalesini. hemen oracıkta intihar süsü verdim. silah kendi silahı olduğundan gayet inandırıcı oldu. gazete binasına girip sebile ağzımı dayadım. buz gibi su iyi geldi. bir de doğruldum ki hemen arkamda bizim sayfa müdürü. hayır yani eskaza biraz daha eğilsem değdirecek puşt. ben içimden çok pis küfür ettim. o, dışından " manşeti hazırlamamışsın hala! neredeyse gece yarısı oldu! " dedi. ünlem işaretiyle biten iki cümleyi arka arkaya kullandığına göre yolunda gitmeyen bir şeyler olmalıydı. " hazırladım efendim. " dedim. " viking’ leri kuytuda kıstırdık! " diye manşet attım. çok tuttu. gazete 14 milyon sattı. bizim sayfa müdürünü görmeniz lazım; benimle bir samimi bir samimi... " clark’ cım, gel sana bir yemek ısmarlayayım. bu başarının karşılıksız kalacağını düşünmüyordun di mi? " dedi. burger king’ e götürdü beleşçi pezevenk. başta çok bozuldum; ama sonra takmadım kafaya. bir whoopper söyledim. o, çocuk mönüsü aldı. " oyuncağı almasam kaça olur? " dedi. kasiyer güldü. ben de güldüm. bizim siparişler çıkınca iştahla oturduk masaya. hamburgere mayonez sıkmadım. turşunun-domatesin dökülme riskini de göze almayıp tek seferde yuttum bütün hamburgeri. kesmedi. patatesle kolayı da götürdüm bana mısın demedi, bizim müdürün oyuncağını da yedim. karnım doyunca çok mutlu oldum. çok güzel bir şey, bence siz de olun.

söyle küçük saadetini

orqn
turgut uyar şiiridir. güzeldir.

söyle saadetini, çekinme
bir ekmek, bir kadın, birkaç çocuk.
tatlı gerinmelerin peşisıra sabahleyin
evinle işin arasında bir tatlı yolculuk...

cigara içerekten alacakaranlıkta
kapını çalmışsın.
alınterin, göznurun, el emeğin, karın.
turfanda portakal görüp çarşıda
tadımlık birkaç tane almışsın...

alırsın kardeşim, almalısın
dünyadan o kadar az ki, istediğimiz
senin, benim, hepimizin, çocuklarımızın
iki olmamalı bir dediğimiz.

hayvan

orqn
dünyayı sevmemizi kolaylaştıran canlılardır. ayrı ayrı bakıyorum hepsine, hepsinin kendine özgü sevimli, insanı mutlu eden bir tarafı var. bu canlıları sevmemek için hiçbir sebep yok bence. ha belki börtü böcek tayfasını sevmekte biraz zorlanabilirsiniz; ama onların da bir misyonu olduğunu düşünmek, aranızdaki buzların erimesine biraz yardımcı olur.

hayvan belgeselleriyle filmleri karşılaştırıyorum mesela. hayvan belgeselleri bana görüntü olarak daha cazip geliyor. öyle daha güzel, kusursuz görünen ya da görünmeye çalışan onlar değil halbuki. fillerin tamamının aşırı kiloları var mesela, ayı balıklarının tamamı dişlek, köstebeklerin gözleri var mı yok mu belli değil... ama hepsi bu halleriyle çok sevimliler. iyiler yani.

bir de böyle hallerine tavırlarına falan bakıyorum, çok etkileniyorum. erkekler dişileri tavlamak için bir triplere giriyorlar, görsen insan zannedersin hepsini. yavru bir ispermeçet balinasının başı sıkıştığında annesini çağırışını, ve o 20 metrelik annesinin birkaç saniye içinde olay yerine gelip yavrusunu kurtarışını her insan hayatında en az bir kere izlemeli bence. bunlar çok güzel şeyler.

bir de bu hayvanlara eziyet eden insanlar var. hayır yani insanoğlunun bir hayvanla ne alıp veremediği olabilir ki? gidip insana eziyet etse, belki buna uygun bir kılıf uydurabilir; ama kediye-köpeğe işkence yapanı anlamak mümkün değil. eziyet etmek deyince hemen öyle vurdulu kırdılı şeyler düşünmeyin. tamam onu da düşünün ama sadece o değil mesele. bu evcil hayvanları şekilden şekile sokan insanlar da bence işkenceci. o hayvanları süslemek, kıyafetlerine yakışır hale getirmek için ağızlarına sıçıyorlar. bir saçlar başlar, bir kıyafetler falan... köpeğine parfüm sıkan insan var bu gezegende! yapmasınlar böyle.

ben insanların hayvanları kendi hayatlarına dahil etmelerini doğru bulmuyorum. bence gerçekten hayvan sevgisi taşıyan bir insan onların yaşam alanlarını güzelleştirmek üzerine çalışmalı. sokakta bulduğu her hayvanı alıp eve getiren, onları ev hayvanı yapanların doğru yapmadığını düşünüyorum. asıl yapılması gereken o hayvanın yaşadığı yerde rahat etmesini sağlamaktır. her nerede yaşıyorsa artık; sokak, orman, göl, deniz... o zaman hem bu yardımsever insanlar, hem de o yardıma muhtaç hayvanlar, yani herkes kendi evinde mutlu olur. hayat bayram olur.

yumurta

orqn
ne kadar sanatsal obje olarak kullanılıp reklam filmlerinin starı olsa da, bu onun tavuğun götünden çıktığı gerçeğini değiştirmeyecektir. geldiği yeri unutmasın.
3 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol