confessions

fjhyf

- Yazar -

  1. toplam entry 79
  2. takipçi 6
  3. puan 4223

7 mart 2016 bilgi sözlük kalkınma hareketi

fjhyf
eksisozluk artık gerçekten de katlanılması zor bir seviyedeydi. her taraftan dejenere olmuş saçmasapan düşüncelerini yazmaya doyamadı insanlar ve kimse de bunun önünü almadı. mesele siyaset konuşmak veya geyik yapmak değil... her köşe troll kaynıyordu. kendilerinin bile inanmadıkları aptalca lafları sözlüğe yazmayı marifet sanan tipler.
buranın kalkınması aynı samimiyetsizliğe kapılmamasıyla mümkün olacak...

arsenal

fjhyf
bu sene de şampiyon olamazsa ne zaman olacak? belli ki hiçbir zaman.
bayern'le de oynasa barcelona'yla da oynasa monaco ile de oynasa şampiyonlar liginden aynı şekilde elenir hep. garip bir takım. fb ile oynasa yine insanın içine bir kurt düşer "acaba yenilir mi" diye. güven vermiyor.
diğer yandan, sempatik ve sportmen bir takımdır. bazen adamı deli etse de arsene wenger sayesinde kaliteli, medeni, seyir zevki olan bir takımdır.

google

fjhyf
microsoft, böyle büyük paralara hükmeden bir yazılım şirketi olarak gözümüzü alıştırmıştı yeni ekonomiye. dünyanın en zengin adamının cd satıyor olması alışılmadık bir şeydi dünya için...
google ise bayrağı daha da öteye taşıdı. basit, işlevsel ve hızlı olma özelliğiyle zamanın altavista'sı ve yenilmez görünen yahoo'sunu da arkasında bırakıp tam bir başarı hikayesi oldu. 50 yıl önce bu ekonomik gücün bu işten çıkabileceğini kim düşünebilirdi?
dünyanın gittiği yeri gösteren firmadır bence. bugün bayrak googleda.

varoluşçuluk

fjhyf
varlık, anlamdan önce mevcuttur demek ister. düşünceyi semboller ve anlamlar üzerinden kurarız ancak bu kurgumuz varoluşun tam karşılığı değildir...
kendimizi de bir kurgu olarak tanımlarız ve sonra kendi ürettiğimiz kurguya sıkışıp kalırız. kurgumuzu varoluşun kendisi gibi kabul ettiğimizde ise yaratıcı sorumluluğumuzu inkar etmiş oluyoruz. bu sorumluluğu yeniden sahiplenmek olgunlaşmanın temel şartı...

mulholland drive

fjhyf
david lynch filmlerini bir rüyayı izler gibi izlemek gerekir. bir olayı izler gibi düşünürseniz doğal olarak saçma ve anlaşılmaz görünür... lynch, hikayenn akışını karakterin zihninde/ruhunda geçenler yoluyla anlatır. bu filmde de (çok oldu seyredeli, isimleri unuttum) siyah saçlı kadının masum, güzel ve büyüleyici şekilde çekici göründüğü kısımlar sarışının ona olan aşkı-tutkusu nedeniyle onun zihnindeki tasvir. oysa ki gerçek çok acı... kendisi oyunculuk konusunda daha yetenekli olduğu halde siyah saçlı olan yönetmenle işi pişirip, sarışını da bir güzel değersizce terk etmiştir. halbuki öncesinde sarışın kadının tüm tutkusuna karşılık vererek onu kullanmıştı ve sarışın olan kapılıp gitmişti çünkü o da melankolik ve ruhsal açıdan dengesiz birisiydi. acı gerçeğe katlanamayıp kendine rahatlatıcı bir fantezi uydurdu. bunu her birimiz az ya da çok yaparız...
film bu hikayeyi sarışının gözünden anlatıyor. rahatlatıcı fanteziyi ise sonunda gerçekler galip gelerek bozuyor ve kızcağız aklını kaçırıyor. sonunda da intihar ediyor.

cemaatin mazlum olmadığı gerçeği

fjhyf
insanları önceden belirlenmiş bir kalıba sokup sonra da kalabalık olmanın gücünü kullanan hiçbir oluşum masum veya faydalı olamaz. cemaat de parti de ülke de millet de olsa böyledir bu. önemli olan bireysel farkları destekleyebilecek toplumsal sistemler kurmak becerisi... marifet olan o...
kendilerini tek başınayken güçsüz ve bunalımda hisseden liselilerin çete kurup bir araya gelince güçlü ve önemli hissetmelerinden farkı yok yaptıklarının. şimdi başka bir çete canlarını yakınca başladılar feryada. güç sendeyken diğerlerine hükmetme sevdasında olan da yine sendin? nasıl olacak şimdi bu iş? "öbürü değil sen gel de canımıza okuyan sen ol" diye mi uğraşalım? vahşi ormana döndü memleket. gücü eline geçiren zayıfı eziyor...

isaac asimov

fjhyf
tüm hikaye "sonsuzluğun sonu" ile başlar. arkasından robot serisi ve sonra vakıf serisi gelir. vakıf serisi bir ara yeniden basılmıştı ama robot serisi uzun yıllardır kayıplarda.
sezon finali mahiyetinde bir dolu sürprizlerle doludur yazdığı seriler. çok iyi bütçeyle ve çok iyi bir yönetmenin elinde uzay yolu ve star wars'tan kat kat iyi bir film serisi çekilebilir ancak nedense yıllardır bunu kimse yapmadı... edebi olarak zayıf eserler tabii ama işini bilen bir yönetmen o açığı kapatacak katkılar ile, asimov'un sadece "erişilmez imparatorluk" romanında özen göstermiş olduğu biçimde, insan hikayelerine de bolca yer açabilir. o film serisini bekleye bekleye neredeyse kırkıma geldim. hala bekliyorum...
aslında işi bilimdir. gençlik zamanı biraz para kazanabilmek için o zamanların modası olan bilim-kurgu dergilerine kısa hikayeler satarak yazarlığa başlamıştır. vakıf serisi de ilk olarak o dergilerde yayınlanmıştır ve sonrasında yıllarca unutulmuştur. asimov'un yaşamının son 10-12 senesinde bir yayıncı şirketin vakıf serisine devam yazması için yaptığı teklif ve uzattığı çek ile seriye yeni kitaplar yazmıştır ancak maalesef tam da galaksi boyutuna ulaştırdığı hikayesini galaksiler arası ve muhtemelen insan-dışı canlılar ile geliştirecekken aidsten ölmüştür. aids'i de bir ameliyat sırasında kendisine verilen kan yoluyla kapmıştır...
kendimi kaptırarak, huşu duyarak okumuştum tüm kitaplarını. özellikle ergen çağında bir genç için epey bir zihin açıcıdır. çaktırmadan bilimi ve bilimsel düşünceyi öğretir...

david gilmour

fjhyf
"hello is there anybody in there?" diyen roger waters'tır. parçanın verse kısımlarında waters, psikoterapistin sözlerini söyler. nakarattaki "there is no pain..." ile başlayan kısmın vokalleri david gilmour'un. o da pink'in sözlerini söyler. (pink gerçekten konuşmaz. sözler onun aklından geçenlerdir.) parça buhranının en yakıcı aşamasında olan pink'in kendini odaya kapatıp uyuşuk ve sessiz şekilde kalarak sahneye çıkmayı reddettiği bölümü anlatır. organizatörler ise onu toplayıp sahneye çıkacak hale getirmesi için psikiyatrist yollarlar. ilacı basar adam ve der ki "that'll keep you going through the show. come on it's time to go!" buradaki show kelimesinin hem konseri hem de hayatı ifade ettiğini söylemek de gerek tabii...
david gilmour'un melodi dolu gitar soloları ile büyüdüm. time favorimdir. pompeii konserindeki echoes, dogs'un orta bölümünde sazını ele alıp bir daha da bırakmayışı... comfortably numb'da artık dinleyicinin ciğerini sökme noktasına gelecek kadar acı verici melodiler... daha shine on'dan bahsedemedik... saymakla bitmiyor...
gilmour'u sesler konusunda muhteşem buluyorum. hem gitarının sesi hem de kendi sesi, sözler konusunda ise pink floyd'un çizgisini çok düşürdüğüne inanıyorum. waters ile harika bir ikiliydiler: sözler waters'ta ve müziksel derinlik gilmour'daydı. beraber çalınca ortaya pink floyd çıkıyordu. ayrı düşmeleri rock müzik tarihinin en büyük bahtsızlıklarındandır.

nintendo wii

fjhyf
sadece iki super mario galaxy ve iki zelda oyunları için bile almaya değer konsoldur. bunun daha spor oyunları, parti oyunları ve retro oyun indirme özelliklerinden bahsetmedim bile... ınternetteki konsol yarıştırma muhabbetlerinde ciddiye alınmamasına da takılmayın. nintendo'nun oyun tasarım kalitesi de harika. ps ya da xbox'a kötü demiyorum ama wii her eve lazım bir eğlence makinesi.

mad men

fjhyf
zombisiz, vampirsiz, mafyasız, uzaylısız, cinayetsiz, ergen aşkısız, dedikodusuz dizi. kendine özgü bir temposu var... hem sabır istiyor, hem dikkat. karakterlerin yaşamlarında geçenleri yalnızca gösteriyor ve görünenin anlamını bulmayı da seyirciye bırakıyor. günümüzde özellikle televizyonda pek rastlanmayan bir duyarlılık ve gerçekçiliğin atmosferini taşıyor. tv tarihinin en önemli birkaç yapımından biri bana kalırsa. içime işlemiş 7 güzel sezon yaşattı. uygun bir zaman bulunca bir kez daha tadına vararak yeniden izleyeceğim. her türlü övgüyü hak ediyor.

çetin altan

fjhyf
aradığı sevgiyi, şefkati ebeveynlerinde, büyüklerinde bulamamış kırık kalpli bir çocuktu. galatasaray lisesinde kendini terk edilmiş hissettiği yıllara ait anıları bile bunu anlamaya yeter. bence bu üzüntüsünden aldığı dersle tüm dünyayı zayıf olanın şefkat gördüğü, sistemin herkese haysiyetli bir yaşam sunabildiği bir yere dönüştümek hayalinin peşine koştu bir ömür boyu... bir siyasetçi değil düşünürdü, bir asker değil hümanisttti. her şeyden önce bir insandı... güzel bir insandı.
"limonata ve rafadan yumurta" isimli bir köşe yazısı ile hayatımı değiştiren ilk hareketi başlatmıştı. yaşamımı yepyeni bir gözle görmemi sağlamıştı. uzunca bir süre, uyanışımı sindirmek sürecindeyken tam yazısında tarif ettiği şekilde limonata yapmıştım kendime aklıma estikçe. yudum yudum içerken bir yandan da dalgın dalgın düşünürdüm. şimdi hakkında bir dolu değersizleştirici sözler de söyleniyor, ölümünden sonra bile. bunca hakareti hak ettiğine inanmıyorum. bu dünyada ne kötüler varken gözlerinin içi parlayarak konuşan, sevgiye aç bu adamı yerle bir etmeye çalışmak haksızlık benim gözümde. dünya ona bir şey borçlu değilse bile ben borçluyum. benim yolumu açmıştı. nur içinde yatsın... gittiği yerde mutluluğu bulsun...

eric clapton

fjhyf
parça ile abartısız bir ustalıkla bütünleşen muhteşem gitar sololar çalan gitaristtir clapton. yetenek ve deneyimden süzülmüş notalar tınlatır. santana onun için "parmakları doğrudan kalbine bağlıdır." demiş. çok da doğru demiş.
steve winwood ile birlikte istanbul'a geldiğinde dünya gözüyle bi karşımda görmüş oldum eric clapton'ı. albümünden videosundan görüp dinlemek başka omzunda gitarıyla az ötede çalması başka. bir insan neden efsane olur 30 saniyede anlıyorsun. tepeden tırnağa kaliteydi adam. kırk fırın ekmeği yesen de yanına yaklaşamazsın. harika melodilerle dolu gitar sololar attı, pırıl pırıl vokal performansı çıkardı. seyirci ile müthiş sıcak bir ilişkisi vardı. aklı hep müziğindeydi. o kadar güzel çaldı ki gitarı anlatılamaz. orada olup yaşamak gerek.

psikoterapi

fjhyf
insan kendi bilinçdışı yapılanmasını kendi başına keşfedemez. psikoterapi sayesinde kişinin bilinçdışı yönelimleri açığa çıkarılır ve böylece değişim mümkün olur. psikoterapi insanın özgürleşmesi için vardır. genellikle "sorun" adını verdikleri bir şeyden "kurtulmak" için veya topluma uyumsuz görünen yanlarını törpülemek için giderler insanlar psikoterapiye ve bu bir hatadır... sorunlu veya uyumsuz dediğiniz o yanlarınıza hangi amaçla ihtiyaç duyduğunuzu anlamak psikoterapidir. carl jung'un dediği gibi "aslında başarısız bir tedavi girişimi olmayan nevroz yoktur." başarısız yöntemin yerine akılcı ve başarılı bir yöntem bulunca da terapi süreci sona erer... olay bu kadar basit...

blues

fjhyf
"blues, kendini kötü hisseden iyi bir adamdan başka bir şey değildir." diye cuk oturan bir söz var. blues gerçekten de bu... en basit hali 3 majör akorluk döngü üstüne blues scale denen nota dizilişinden melodi çalmak üzerine. o kadar basit. evde de yapabilirsiniz. zaten bu sebeple jimi hendrix blues için "çalması kolay, hissetmesi zor müziktir." demiş. hissetmeyince bi halta da benzemez. işin bu kısmını halletmek de enstrümandan ne kadar anladığından çok çalanın kim olduğu ile ilgili. her insanın farklı oluşu gibi her müzisyenin de blues'u farklıdır.

crazy heart

fjhyf
bad blake'i bütün arızalarıyla birlikte, hiç değişmesini de istemeden sevdiren film. jeff bridges, karakteri çok güzel yaşatmış. hem adama sadece bitik bir alkolik diye de bakmamak lazım. çok şeyler yaşayıp tüketmiş ama yerine yeni hedefler bulamamış bir adam bad blake... genç bir kadına aşık olması görülmemiş bir kurtuluş denemesi değil açıkçası. sıkça denenen kaçışlar listesinde üst sıralara oynar bu seçenek :) uzun vadede ise sadece çöküşü ertelemeye yarayacaktı zaten bu ilişki. filmin sonunu bu nedenle kötümser bulmadım. weary kind parçasını bestelediği an var ya hani. bir an gelen ilhamla ufak bşr nefes alışı ve o saniyenin ardından parçanın gitar arpejinin şak diye oturuvermesi ve bestenin tamamlanması. bad, kendini o saniyede buluyor. tommy ile ergen rekabeti yapmayı bırakıp hayattaki yerini ve rolünü benimsiyor.... almak isteyen değil vermek isteyen role geçiyor. önceden bunu yapamadığı için oğlundan kaçmıştı, 4 başarısız evlilik geçirdi ve çok istemesine rağmen gazeteci kızla da ilişkiyi batırdı. onun çocuğuna da bakamadı... o andan sonra ise artık vermeyi başaran birine dönüştü. tek başına o sahne ile oscarı alır bu film. o bir saniye ve ardından parçanın gitar kısmı ile sözlerinin oturması... yani bad blake'in aklının ve ruhunun bütünleşmesi... jeff bridges da o sahnedeki doğallığıyla çok büyük iş çıkarıyor. dokunaklı, sıcak ve incelikli bir film bu. olaya, amerikan köylü müzikleriyle kafa şişirilmiş sıradan bir çöküş filmi gözüyle bakanlar çok şey kaçırıyorlar. film boyunca böyle o kadar çok ayrıntı var ki...

pink floyd

fjhyf
rock müzik tarihindeki yerini hak eden gruptur. pink floyd'a bugün hala süren büyük ve popüler gücünü getiren şey 1973 ve 1979 arasında çok büyük ölçüde roger waters'ın fikirleri ve yaratıcılığı ile ortaya çıkmış albümlerdir. syd barrett dönemindeki pink floyd bugün yalnızca kolleksiyonerlerin hatırlayacağı bir grup olurdu. barrett sonrası, dark side of the moon'a kadar geçen arayış dönemi de öyle... waters ayrıldıktan sonra david gilmour'un ipleri ele aldığı son dönem ise iyi niyetli ve ele yüze bulaştırılmamış bir iş olarak görünüyor bana. daha fazlası değil.

syd barrett liderliğindeki ilk dönemlerinde her şey çok eğlenceliydi. 4 okul arkadaşı bir araya gelmiş ve kendi kitlelerini oluşturmuşlardı. üstelik yaptıkları işin 60'lı yıllar için bile epeyce garip olmasına rağmen... '67 yılında ise ilk albümlerini yaparlar. bu olaylar hepsi için de ister istemez ünlü olmak, para kazanmak hayallerini ortaya çıkarır. yaptıkları müzik ve underground kültürleriyle birlikte pink floyd'un büyük bir grup olacağı beklentisi yayılır. ancak işler tamamen bu kadar iyi durumda değildir. syd barrett gittikçe daha uzaklara kayar. aşırıdan da öte lsd kullanımı ve o “büyük pink floyd” hayallerine karşı kayıtsızlığı grubun sonunu yaklaştırmaktadır. herkesin hayran olduğu ve grubun sahibiymiş gibi algılanan barrett, sürekli dumanlı kafayla gezmekte, konserlerde saçma sapan şeyler çalmaktadır. kendinizi diğer üç kişinin yerine koyun. başarıyı bu kadar yakında hissederken barrett'a karşı tepkiniz ne olurdu? ya bu işi bırakacaktınız ya da barrett konusuna bir çözüm arayıp sahip olmak istediğiniz şeye doğru ilerleyecektiniz. tüm bunlar grup elemanları daha 20-24 yaşlarındayken olup bitiyordu ve sanırım o dönemde barrett dışında herkes büyük bir grup olmayı ve onun getireceği görkemi çok istiyordu. bu durum büyük bir sıkıntı kaynağıydı... . gruba sahne işini idare etmesi için gilmour getirildi, roger waters işi gücü ele almaya ve pink floyd'u ayakta tutacak bir şeyler yapmaya çalıştı. barrett ise hep daha kötüye gitti. bu arada olanlar kitaplar dolusu anı ve yorumla onlarca kez anlatılmıştır herhalde ancak sonuçta barrett gitti ve gilmour'la grup devam etti. burası kesin. ancak barrett'ın bu tükenişi, waters'ın üstesinden gelemediği bir acı ve belki biraz da suçluluk duygusu olarak hep içinde kaldı. wish you were here ve the wall albümlerinin büyük kısmı bu tecrübeden kaynak alır. grup gittikçe büyüdü ve 1973 yılında “dark side of the moon” albümü ile tüm dünyaya yayılan dev bir üne sahip oldu. bu aşamada, yeni yetmeliklerinden beri olmasını bekledikleri şey artık olmuştu ancak albümün sözlerini inceleyince waters'ın daha sonra da yıllar boyunca üzerinde duracağı, modern yaşamda yer alan insanın yaşadığı yalnızlık, güvensizlik ve anlamsızlık buhranları konusunu ele almaya başladığını görürüz. sonraki yıllarda, waters gidene dek, bu konu işlenir.

waters'ın anlatmak istediği hikaye “modern life” olarak bahsettiği, günümüz toplum yapısı üzerinde döner. bu olguyu her şarkıda başka bir açıdan inceler. insanları tüketen yönlerini açığa vurur, çelişkilerini, ezici gücünü ve acımasızlığını eleştirir. “dark side of the moon”'da günlük telaşe ve koşturmanın, düzene ayak uydurarak kaybolup gitmenin insanları getirdiği noktayı bence en iyi “time”da ifade etmiştir. modern insanın anlamsız bir şekilde zamana olan köleliğini ve içinde bulunduğu anın, yaşadığının farkında olmadan geçirdiği boşa gitmiş ömrünü anlatır. özellikle parçadaki şu dörtlük etkileyicidir:

"bıkkınsın güneşin altında uzanmaktan, yağmuru izlemek için evde oturmaktan
gençsin ve yaşam uzun ve öldürecek zamanın var bugün ve sonra bir gün fark ediyorsun ki on yılı arkanda bırakmışsın
kimse söylemedi sana ne zaman koşman gerektiğini, kaçırdın start anını..."

roger waters'ın o görkemli, tematik pink floyd albümlerinde odaklandığı bu konu tam da pink floyd dinleyicisi olacak batılı ve şehirli kitleyi kalbinden vuruyordu. insanlar şarkı sözlerine ve grubun yarattığı müziğe kapıldılar, kendi dünyalarından çok şeyler bularak albümleri sahiplendiler. grubun, dinleyicinin yüreğinden konuştuğu bu ilişki sayesinde bunca yıldır pink floyd'un müziği hep diğerlerinden ayrı, ruhani, neredeyse dini bir deneyim gibi yaşandı. bu etki de one slip veya take it back gibi parçalarla olmadı tabii. dark side of the moon, wish you were here, animals ve the wall albümlerinin sonucudur... özet geçersem, pink floyd 1960'larda syd barrett'ın interstellar overdrive ve astronomy domine parçalarıyla (neptun, titan... stars can frighten) o dönemin uzay çağı ve bohem underground müzik yöneliminin tam karşılığı oldu. sonra waters ile şehirli insan buhranının karşılığıydı. 80'lerden sonra da gilmour ile içi boş, şekli güzel bir gruba dönüştü.

carl gustav jung

fjhyf
analitik psikoloji ya da derinlik psikolojisi adlarıyla bilinen psikoloji ekolünün yaratıcısı.
ilk dönemlerinde, sigmund freud'un "dostum, veliahtım" hitaplarıyla psikanalizin geleceğini emanet ettiği öğrencisi olmuştur. psikanalizin erken dönem gelişimine katkıları büyüktür. insan ruhsallığındaki temel yaşamsal motivasyonu cinselliğe indirgeyerek açıklamak konusunda katı bir tutum sergileyen freud ile arası sonradan bozulmuştur çünkü jung bu bakış açısını, sırf dönemin bilimsel anlayışı tarafından kabul görmek amacıyla sürdürülen ve insan ruhunu anlamak çabasında psikolojiyi kısıtlayarak dar bir bakış açısına mahkum eden bir zorlama olarak görür. freud ise psikanalizi jung'dan koruma ihtiyacı duyar çünkü kurduğu bilimsel, klinik sistemi güvenilmez mitolojik, dinsel, felsefi ve antropolojik kaynaklar ile bozacağını düşünmüştür. bu iki büyük adamın yolları bir daha düzelmeyecek şekilde ayrılır.
jung, freud'un psikanalizini işlevsel sonuçlar veren bir kavramsallaştırma olarak görür. psikanaliz, insan ruhunda önemli bir rahatlama, nevrozlardan kurtulma ve özgürleşme etkisi yapmaktadır ancak jung bu dönüşümün sınırlı klinik bir sonuçtan öteye gidemeyeceğini ve zaman içinde "inatçı" ruhsal enerjinin yeniden eski durumuna benzer bir forma geri döneceğini iddia etmiştir. jung, bu görüşünü, haz ve agresyon temelli ruhsallık görüşünün kısıtlılığı ile gerekçelendirir. jung'a göre insan ruhu geçmişten gelen içeriğinden beslendiği gibi bir yandan da gelecekte varacağı yere yönelik itkilere sahiptir. geçmiş, yalnızca çocukluk yaşantıları değil ("arketipsel" dediği) milyonlarca yıllık evrim tarihine ait malzemeyi de içerir. geleceğe yönelik itkiler ise, insan türünü biçimlendiren devasa kollektif bilinçdışı işleyişin uzun vadeli yönelimine uyumlu biçimde etki eder. bilinç ise bu evrensel dev kaynağın içinde doğan nispeten zayıf bir yapıdır. yani bilinçdışı, freud'un dediği gibi bilince getirmekten kaçınarak dışladığımız içeriklerden ibaret değildir. jung, bu seviyenin altında kişinin kendi yaşam sürecinin ötesinde bir bilinçdışı yapıyı öngörür. insanın dünyaya dair algıladıkları, türe ait bilinçdışı arketiplerin (içi boş ama şekli belli kollektif yapılar) içinin bilince sahip insan tarafından bu arketiplere uyumlu deneyimlerle doldurulması olarak açıklar. akıl hastalığı ise, bilincin (zayıf yapısı nedeniyle) bu arketipsel yapıların gücü karşısında bütünlüğünü koruyamayarak onlara teslim olmasıdır. örneğin, "anne" bir arketiptir. bebek, kişi olarak annesi ile karşılaşmadan önce bu kavrama sahiptir ve ona yönelir. kişi olarak anne ise bebeğin zihnindeki bu arketipsel öncülün içini doldurur. bu bakış açısı freud için fazlasıyla spekülatiftir ve jung'u önce bu tip "aşırı"lıklardan vazgeçirmeye çalışmış ve kendi teorisine geri dönmeye davet etmiştir. beklediği karşılığı alamayınca da jung'u psikanalizin dışına atmıştır. jung ise kendi yoluna devam ederek görüşlerini analitik psikoloji olarak isimlendirmiştir.
4 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol